Ilgım: İlk çocukları, yani Emine halan kaç yılında doğmuştu baba?
1926 da. Babaannem çok şımarmış ilk çocuğa hamile kalınca. Deden bikmuş idi diye anlatır gülerek…
- Canım da bir erik çekti ki, şöyle ekşi ekşi…
- Kız laz kızı bu mevsimde erik mi olur, yat uyu.
- Canım çekti ne yapayum. Zaten kün boyu midem bulanıp durdi.
- Kız laz kızı yoksa yüklü müsün?
- Adet görmemişum, bi kaç gün olayı geçeli, ama olurdi genelde.
- Dur yarın Hacı kızını çağıralım, şimdi yat uyu…
Sabah zor edilir. Heyecandan zor uyunmuştur. Mustafa tecrübelidir. Fatik’ten bir oğlu vardır, cırt Mehmet. Onun hamilelik haberi de böyle olmuştu. Ancak Hamide ilk kez görecektir. Sabah ilk iş Mustafa Hacı kızını almaya gider.
Hacı kızı köyün çekirdekten yetişmiş ebesidir, köydeki doğumların büyük bir çoğunluğunu o yaptırmıştır.
- Yüklüsün kız, hadi gözlerin aydın. Lan Mustafa oğlan gibi duruyor bu, hadi gözün aydın.
Mustafa elini cebine atar ve 25 kuruşu sıkıştırır Hacı kızının eline. Sevinçten uçmuşlardır.
- Artık tarla marla yok laz kızı, evde dinlenecek ve oğlumu koruyacaksın.
Oğul, demek ki Mustafa oğlu olsun istemektedir.
- Oğul diyursun ancak kiz olursa nedeceğuz bey?
- Oğul lafın gelişi hatun, ister kız, ister erkek, ikisi de bizim aşkımızın meyvesi değil mi…
Hamide kızaran ve hafif bir gülümseme beliren yüzünü yere eğer ve şımarık bir sesle;
- Peki, sen nasıl istersen bey…
Artık yorulmak yok. Şımarık şımarık ortalarda boy gösterir Hamide. Bu arada Baron Fadik evi terk etmiş, babasının evine Meşebükü’ne dönmüş.
- Bey, canum turşu çektu…
- Bey, canum karpuz çektu,
- Bey, canum terayağlı mıhlama çektu…
- Laz kızı bi doğur da rahatlayalım artık da…
Sonunda o gün gelir çatar ve nur topu gibi bir kız çocuğu getirir Hamide dünyaya. Adını Emine koyarlar.1926
Alkım; Peki halaları nasıl biriydi?
Halaları Garisino Kerime genç yaşta evlenmiş, bir kız çocuğu olmuştu. Garisino Mustafa babasının vefatından sonra köyün yarısını kaplayan yerleri üç kardeş arasında eşit olarak pay etmişti. Büyük bir hisseye sahip olan Kerime kocasını erken yaşta kaybedip, genç kızı Emine ile bir başına kalınca, Karataşlı gürcüler, arazilere sahip olmak için, serpilmekte olan kızı Emine’ye talip olurlar. Ancak Kerime niyetlerini anlayınca, zaten henüz ergenliğe yeni ulaşmış kızını vermeye yanaşmaz. Bunun üzerine Karataşlı gürcüler Kerime’yi öldürmeye karar verirler.
Kızı ile evde otururlarken birden evin her tarafından mermiler girmeye başlar. Kerime alır tabancasını eline ve mutfakta bulunan yer ocağının içine saklanır kızı ile birlikte. Mermiler susunca, çıkar evin üzerine ve sağa sola mermi yağdırır, bağırır avazı çıktığınca;
Arılar iğnesini batırınca öleceğini bilirler. Ancak yuvalarına bir zarar geleceğini düşündüklerinde, içlerinden bir kısmı iğnelerini o zarar verecek olan tehlikeye batırmaktan çekinmezler. Bu bir intihar saldırısıdır aslında. Ölüme giderler.
Kerime’nin davranışının bundan farkı yoktur. Ölümü göze almıştır. Yavrusunun geleceğidir onun korumağa çalıştığı. Ölümse ölüm, ben ölmeden dokunamazsınız ona meydan okumasıdır bu yaptığı.
- Kancıklarrr, saklanmayın, çıkın lan ortaya.
Kimseden ses çıkmaz. Mermiler yağmaya başlayınca kaçar Karataşlılar.
Bu olay üzerine Topaloğlu sülalesi de Çaltumarlı ve Mithat ile aynı köyden nüfuzlu bir ailedir. Toprakların elden çıkmasını önlemek için, yanlarında çalışan Kantarcı Molla Halil’in oğlu, ırmakta balık tutmak için kullandığı lokmanın elinde patlaması sonucu kör kalan Dursun’la evlendirmek isterler. Kerime de bu duruma anlayış gösterince düğün dernek yapılır ve Kör Dursun ile Garisino Kerime’nin kızı Emine evlenirler.
Ilgım: Diğer amcalarının, dedemin dünyaya gelişlerinden bahseder misin biraz da…
Bölüm xxx: HASAN ÇAPAR
- Yüklüyüm Bey.
- Ciddi mi laz kızı,
- Hee valla…
- Ha kız bu sefer Emine’me bi de erkek kardeş getir.
- İnşallah Bey.
1929 da ikinci çocukları dünyaya gelir. Adını Hasan koyarlar.
Garisino Mustafa sevinçten uçmuştur. Bir kız, bir oğlan. Ama yetmez laz kızı, daha daha lazım. Bana fedailer lazım…
Sen iste bey sen iste sağlığum oldukça evelallah…
Ardından 1932 Hüseyin, 1934 Şükür ve 1935 te, babasının göremediği, babasını göremediği Mustafa’yı dünyaya getirir Hamide.
Alkım: Çapar ne demek baba, nasıl almışız bu soyadını?
BÖLÜM XXXX: ÇAPAR… (1934)
- Laz kızı ben çarşıya gidiyom şu benim kıyafetimi getür.
- Hayırdır herif?
- Paşamız unvanları kaldırmış, soyadı verilecekmiş herkese.
- Peki bey.
Köyden dört beş arkadaş birlikte Fatsa’ya inerler. Sahilde bulunan hükümet binasının önüne geldiklerinde Mustafa:
- La uşaklar siz belirlediiz mi, ne veriyoz?
- La sen daha belirlemedin mi, içerde ne dicen?
- Yok la valla düşünmedim.
O sırada denizde ÇAPAR’ları görür Mustafa, balıktan dönmektedirler.
- Buldum la ben soyisim olarak ÇAPAR’ı seçtim. (Takadan büyük, baş ve kıç tarafı yukarı kalkık bir çeşit Karadeniz kayığı).
Halayı anlattık. Biraz da amcadan bahsedeyim size:
BÖLÜM XXX KALAYCI HÜSEYİN:
- Askerden kardeşim geliyor şerefine bir şölen yapalım laz kızı.
Kazanlar kaynamağa, pancarlar (kara lahanalar), keşkekler pişmeye başlar. Tüm köylü davet edilir. Önce bir Kur’an okunur, arkasından yemek faslı başlar…
Kalaycı Hüseyin askerden önceki gibi değildir, durgunlaşmış, olgunlaşmış, çok fazla konuşmayan bir hale gelmiş. Abisi Mustafa ee askerlik değiştirir insanı, erkek olduğunu öğretir dese de aklı Hüseyin’dedir. Bu durgunluk nedendir? Ve bir gün çıkarır ağzındaki baklayı;
- Abi ben gidiyorum…
- Hayırdır Hüseyin, nereye?
- Gurbete, buralarda hayat yok, yerleri satıcam..
- La Hüseyin aklını mı yedin sen, otur oturduğun yerde, baba ocağı terkedilir mi?
Hüseyin kafasını yere eğer ve uzaklaşır oradan.
Kafasına koymuştur, gidecektir buradan. Sırf bu nedenle iki kardeş karşı karşıya kalmışlardır. Mustafa düşünür, yerlerin anlaşmalı bir şekilde elden çıkarılıp, sonra geri alınması şeklinde bir fikir gelir aklına. Yavcon Dursun, Tahnallu Ahmet ile anlaşır ve yerleri onlara satmış gibi yapılır, üç ay sonra geri alınacaktır. Bu arada kendisine ait bazı yerleri de Kalaycı Hüseyin satmıştır, ancak o yerleri de Mustafa aynı kişilere aldırır ve paralarını kendisi öder.
Bir gün Hüseyin eve gelmez. Bir gün, iki gün, üç gün… Merak içinde beklenir ancak Kalaycı Hasan dan haber alınamaz. Hüseyin yerlerini satmıştır. Kendisinden tam 70 yıl haber alınamaz.
Uzun bir süre sonra kardeşler büyüdükten sonra amcalarını ararlar, Nazilli’de bir çiftlik sahibi kendisinden yaşça çok büyük bir bayanla evlenerek iç güveysi girdiği bilgisine ulaşırlar. Ancak bulamazlar.
Yıllar yıllar sonra tesadüfen torunu Sedat Çapar ile ben tanıştım. Kendisine durumu anlattım, ailenle konuş akrabalık durumunu dedim, ancak daha sonra konuşmasına rağmen büyüklerinden öyle bir şey olmadığına dair bilgi getirince konuyu kapadık. Benden küçük olan Sedat Çapar beni her bayram her seyranda aradı, karşılıklı iyi ilişkiler kurduk. Ancak daha sonra nedenini bilmediğim bir şekilde benden de koptu. Şimdi görüşmüyoruz. Bu akrabalık olayını kabul etmemelerini, zamanında dedelerimiz arasında yaşanan sorunlardan kaynaklandığını düşünüyoruz. Ayrıca zenginliklerinden yararlanmak isteyeceğimiz akıllarına gelmiş olabilir ki böyle bir şey söz konusu dahi olamaz. Yasal hiçbir hak yok çünkü. Manevi olarak da ona tenezzül dahi etmeyiz.
Kalaycı Hüseyin, sırtındaki körük makinası ile köy köy dolaşıp, köylünün kap kaçaklarını ücreti mukabilinde kalaylamaktadır. Bu yüzden lakabı kalaycıdır. Onun evi terk etmesi ile kalaycılık işini evin en büyük oğlu Hasan bu işi üstlenir ve sırtında körüklü makine ile köy köy dolaşır.
Bu sırada Garisino Mustafa yerleri alamadan vefat edince, kardeşler uzun süre bu anlaşmalı tapu devri konusundan bihaber yaşamlarını sürdürürken akılları ermeye başladıktan sonra yerleri paylaşma kararı sırasında durumu öğrenirler. Sonra gider Yavco Dursun’dan yerleri alırlar. Ancak tahnallu Ahmet yanaşmamaktadır. Hatta bir ara bize ait sazlık bölgedeki tarlayı sürmeye çalışırken, en küçükleri Mustafa Çaltumar’da yaşayan Mithat amcaya giderek şikayetçi olurlar. O da atına atlayarak gelir ve belalı olduğunu bildiği Mithat’ı görünce tahnallu Ahmet tabanları yağlar ve kurtulur.
Daha sonra dört kardeş Fatsa’da bir pazartesi günü Tahnallu Ahmet’i sıkıştırırlar. En büyükleri Hasan Ahmet’i ensesinden tutarak Tapu Müdürlüğü’ne götürür ve çöreklenmeye çalıştığı yerlerini kurtarırlar. Yani kendilerine ait yerleri geri alırlar. Bütün bunlar için de hatırı sayılı paralar öderler.
Comments