Bundan çok çok uzun yıllar, belki asırlar öncesinde, etrafı sularla kaplı, içlerinde ceylanların korkusuzca sularından içtiği şarıl şarıl derelerin, ırmakların aktığı, dallarında türlü kuşların öttüğü, yeşilin her tonunun alabildiğince uzandığı, bellerinde testilerle köy çeşmelerinden sular taşıyan sürmeli güzellerin, sıkınca taşın suyunu çıkaracak delikanlıların olduğu güzel bir ülke varmış.
Bu ülke insanlarının en değer verdiği şey deniz feneri imiş. Çünkü bu ülke vatandaşları deniz fenerini özgürlüğün ve aşkın simgesi olarak görürlermiş.
Efsaneye göre ülkenin doğu bölgesi ücra köşelerinden birinde bulunan bir köyde, 9 kişilik ailesi ile birlikte, güzel mi güzel, şirin mi şirin güzel bir kız yaşarmış. Sabahları erkenden kalkar, ailesinin kahvaltısını hazırlar, sonra ahırındaki hayvancıklarının yemlerini verir, kırlara doğru gider, köylerinin biraz dışında kalan, büyüklerinden duyduğu hikayede olduğu gibi, bazen hızlı, bazen de durgun akan suları derin bir nehrin kenarında durup bekler ve hikayede anlatılan, köyün genç kızları bu göl kenarında bekler ve dileklerini bir taşa bağlayıp nehrin akan sularına bırakırsa o dilekleri gerçek olurmuş hikayesine duyduğu güvenle, hep rüyalarında gördüğü beyaz atlı prensinin geleceğini düşlermiş.
Ah bir gelse de kendisini alsa atının terkisine ve mutluluğa götürse onu diye dualar edermiş.
Günlerden bir gün yine beklerken, nehrin karşı tarafından bir beyaz atın geldiğini görmüş. O anda kalbinin hızlı bir şekilde attığını hissetmiş. Atın üzerinde gördüğü kişi rüyalarında gördüğü genç delikanlı imiş.
Delikanlı da kızı fark etmiş. Onunda kalbi birden hızlı bir şekilde atmaya başlamış. Delikanlı attan inmiş, atını karşı kenarda bırakıp suya atlamış. Yüzerek karşı kenara geçmiş ve kızın yanına gelmiş. Kızın yüzü kıpkırmızı olmuş.
Delikanlı, “sen”, sen benim rüyalarımda gördüğüm kızsın.
Kız daha çok şaşırmış ve titrek bir sesle, “sen, sen de benim rüyalarımda gördüğümsün”.
Delikanlı batıdan geliyormuş. Böylece buluşmaya başlamışlar. Her gün kız nehrin kenarına gidiyor, beyaz atlı prensi de geliyor, bir süre kaldıktan sonra, ertesi gün buluşmak için söz verip geldikleri yere dönüyorlarmış.
Buluştukları bir gün delikanlı kıza bir deniz feneri vermiş. Kız buluşmaya geldiği her gün, oturdukları ağacın dalına bu deniz fenerini asarmış. Bu, delikanlıya deniz feneri orada asılı olmazsa kızın gelemediğini düşünmesi için bir işaretmiş.
Bu ara, kızın güzelliği ağanın oğlunun da başını döndürüyormuş, o da kıza aşıkmış.
Kızın her gün nehir kenarına gittiğini öğrenmiş ve kızı takip etmiş. Onları birlikte görünce kıskançlıktan çatlamış. Ve gidip kızın babasına anlatmış durumu. Babası olayı duyunca kızını eve hapsetmiş. Ertesi gün delikanlı gelince kızı bulamamış. Ertesi günü tekrar gelmiş kız yine yokmuş.
Bir ay gelip gittikten, ümidinin yavaş yavaş kesilmeye başladıktan sonraki bir gün, kızı karşıda bulurum umuduyla atlamış suya. Hem de fırtınalı bir günün ardından seller gibi akan suyun korkunçluğuna aldırmadan. Yüzmeye çalışmış. O kulaç attıkça su daha güçlü çekmiş kendine.
Olsundu, sevdiği karşıdaydı ve çok özlemişti. Neredeydi, niyeydi, niye gelmiyordu, öğrenmeliydi. O yoksa hayatın anlamı olmazdı, hayattan ona neydi…
Karşıya geçecek, sevdiğini bulacak, birlikte karşıya geçecekler, alacaktı beyaz atının terkisine mutluluğa deh diyecekti. O kulaç atıyor, sular direniyor, kollarında güç tükeniyor, tükendikçe sevdiğine kavuşma hayali daha artıyordu. Suyun orta noktasına kadar geldiği sırada onun sesini duydu.
Aradan geçen sürede babasının artık buluşamazlar, ümitleri bitmiştir diye kızını hapsetmekten vazgeçmişti.
Kız onca zaman sonra aşkına koşmuş, buluşma yerine geliyordu. Birden suyun ortasında çırpınan aşkını gördü, seslendi avazı çıktığınca aşkıııııııımmmmm… ve kendini sulara bıraktı, attı kulaçlarını, attı savaşarak. Suya savaş açmış, her kulaçta şaplakları daha sertleşmişti.
Diğer yandan delikanlının şaplakları seyrekleşmiş, ama aşkına ulaşmak için son gayretini gösterir olmuştu. Kızın kulaçları ile suyun bir noktasında buluştu. Sarıldılar birbirlerine, özlemden yanmış dudakları birleşti, vücutları yapıştı… Bırakmaya niyeti yoktu suyun, biliyorlardı bunu, biliyorlardı izin vermeyecekti kızın babası. Bıraktılar kendilerini suyun kollarına, su aldı onları kollarına, ruhlarını birleştirdi ve güneşin battığı yere götürdü..
Derler ki, bu nehrin adına, birbirlerini çok seven ama bir türlü kavuşamayan bu iki aşığın, birbirlerini sevip kavuşamayan tüm aşıkların anıları için “deniz feneri” denmiş.
Ve yine derler ki, ağaların oğulları hep böylesi güzellere aşık oldukları için, batıdan gelenlerin, doğuda yaşayanlarla bir araya gelmeleri mümkün olmamış, ruhları ancak suyun altında kavuşabilir olmuş, özgürce.
Comments